31 Temmuz 2013 Çarşamba

"Sharing a bed is so much more significant when you’re not able to do it every day. Waking up and being able to reach across and touch them, feel the warmth of their body."

14 Temmuz 2013 Pazar

Az önce aramızda bir çizgi olduğuna iyice emin oldum. Ve giderek genişlediğini gördüm. Farklı kutuplara ayrılıyoruz. Sen kuzey, ben güney. Ya da ben Batı, sen Doğu.
Annem bir kez daha haklı çıktı "Bir şeyler oturmuyor, bir soğukluk var" diyordu. Ne doğruymuş.
Peki neden hala "biz" demeye devam ediyoruz inatla? Ne için savaşıyoruz, ya da ne için sürdürüyoruz?
Beynim deli gibi "Bitir ve kurtul" derken, kalbim senle geçen güzel zamanların hatrına "1 ay daha dayan" diyip duruyor. Aramızda bir çekim olduğu doğru, ama ben senin omuzundayken bile seninle tek parça olamıyorsam neyin çekimi bu? Heyecanım yok, midemde kelebeklerde uçuşturmuyorsun artık. Yanına gelirken 15 dakika önceden tak tak atmaya başlayan kalbim artık eski heyecanıyla atmasını bırak, tenezzül edipte ritmini bile değiştirmiyor. Biz nasıl böyle olduk? Ya da sen bizi nasıl bu hala getirdin? Ya da ben mi yaptım? Yaptıysam ellerime sağlık çünkü bir gram bile üzülemeyecek bir taşa dönmüşüm. Buluşmalarımız zorunluluk halini aldı benim için, git ve gel. Sahi benim için en son fedakarlık yaptığında günlerden neydi? Ya da hiç fedakarlık yaptın mı? Gelmiş ince düşündüğünü söylüyorsun. Aylar öncesinden geliş tarihimi belirleyen benken, senin doğumgünümde burada olup olmayacağın bile kesin değil. Olmasan da olur. Çünkü benim olacağına dair bir gram güvenim yok. Benim galiba sana da güvenim yok ama neyse.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Gitmek sadece bir eylemdir, unutmak ise kocaman bir devrim.

Ben ne kalmayı, ne gitmeyi, ne de unutmayı becerebil -dim, -iyorum.

30 Haziran 2013 Pazar

Keşke her şey en baştaki gibi olsa ya da kalsa. Ama insanlar değişirken olan şeyler nasıl aynı kalacak?

İlgi geçiciymiş, öğrendim.

27 Haziran 2013 Perşembe

This house is "Home"

Eğer hayatında unutulmayacak bir anı seç deseler burada kaldığım evi terk edip ki kaçmakta denebilir, otele gidip daha sonra da bu eve taşındığım 36 saatlik anı seçerim. Her şeyi unutsam bile bu anı asla unutamam galiba. Çünkü o süreçte ben bu bedende aslında ne kadar güçlü, korkusuz ve gözü kara bir kadının yaşabileceğini gördüm.

Bu eve ilk geldiğim gün hayatımda milat denilebilecek kadar önemli bir gündü. Korkuyordum, yalnızdım ve kırılmıştım. Bir kaç gün kalır, sonra evime dönerim diye hesap etmiştim. Daha sonra bu ev öyle bir ev oldu ki yuvam oldu. Hiç hissetmediğim kadar ait olduğumu hissettim buraya. Biri annem, biri babam gibi olan iki insan tanıdım. İnsanların karşılık beklemeden, bekledikleri tek karşılık benim mutluluğumdu, ne kadar iyi olabileceklerini gördüm. Yaraların ne kadar çabuk sarılacağını, desteğin insan hayatında ne kadar önemli olduğunu gördüm. Şimdi 5 gün sonra bu yuvayı bırakacak olmak bu yüzden bu kadar canımı yakıyor. Ben hayatımın en güzel 2,5 ayını geçirdim burada. Neyse ki bu kapının bana her zaman açık olduğunu biliyorum. Ve bu güzel insanların beni kızı gibi sevdiğini. 

Ait olmak çok güzel bir duyguymuş, bir daha kaybolmamak dileğiyle!

26 Haziran 2013 Çarşamba

Bazı insanlar konusunda emin olduğum tek şey er ya da geç beni hayal kırıklığına uğratacakları.
6. hissim hiç kuvvetli değil diye dolaşsam da bir insanın gelecekte beni kıracağını çok kolay seziyorum. He seziyorum da noluyor, pes mi ediyorum? Tabii ki hayır, aynı salaklıkta aynı körlükte devam. Sonra defalarca kırılıyorum. Bir de artık burcumun getirdiği özellik mi ne kırıldığımı da söyleyemiyorum ki bu en kötüsü. Kendi içimde yaşıyorum, onarmaya çalışıyorum. Ama onarmalarım o kadar acemice ki olmuyor eskisi gibi. İşte tam o anda kestirip atmak varken, karşı taraf bilmediği ve hak etmediği halde şans üzerine şans veriyorum. Verdiğim şansların her biri boşa çıkıyor gene beni şaşırtmayıp. E sonra n'oluyor, olan gene bana oluyor. Uzaklaşıyorum, yavaş yavaş hiç bir şey eskisi kadar çekici gelmiyor o insan hakkında, çekiliyorum hatta tabiri caizse "He" deyip geçiyorum. Sonra silinip gidiyor tarih sahnesinden bir şekilde.

 Dışarıdan ne kadar dışa dönük gözüküyorsam, aslında o kadar da içime kapanığım. İnsanları kırmayı sevmiyorum. Hele değer verdiğim insanları kırmayı hiç sevmiyorum. Ödün vermek denemez ama bazen üzülmesinler diye o an onların istediği gibi olmaya çabalıyorum. Belki yanlış yapıyorum. Hatta, evet, yanlış yapıyorum. Ama bu benim ya, beni ben yapan da bu değil mi? Bir de duvarlarım var sevgili Blog. Dışarıdan çok yüksek durmayan, ama yakınlaştıkça yüksekliğin ne kadar büyük çaplı olduğunun görülebileceği bir duvar. 19 yıllık ahir hayatımda belki 3 belki de 2 insan girebildi o duvarlardan. Yıkmaya çalışanlar çok oldu, lakin başarı gösteren hiç olmadı. Benim de yıkmak istediğim zamanlar olmadı mı, tabii ki oldu. Ama sonra döndüm, bu duvarlar varken bile bu kadar inciniyorsan bir de bunlar olmadan ne olurdu? Benim için çok önemli olan "biri"sine sorarsak eğer, hiç bir şey olmazmış. Çok güçlüymüşüm. Ama ben o kadar güçlü hissetmiyorum. Hele şu 3 aylık süreçte. Ben artık birilerinin bana "Sen güçlüsün, sen üstesinden gelirsin vb." şeyleri demesini istemiyorum. Ben de diğer hemcinslerim gibi birilerinin arkasına sığınmak istiyorum. Ben de artık üzülüp, parçalara ayrılıp birinin beni toparlamasını istiyorum. Ya da istemiyorum. Şu dünyada en nefret ettiğim şey "zayıf"lık.

Sorun da bu ya belki, ben ne istediğimi de bilmiyorum. Ama neyi istemediğimi biliyorum. Annemin hayat felsefesindeki gibi sürekli şikayet eden, sürekli olumsuz insanları istemiyorum. Belki seni de istemiyorum. Belki ben hiç "oralar"a dönmek de istemiyorum.

"Just because I'm losing, doesn't mean I'm lost. Doesn't mean I'll stop."

22 Haziran 2013 Cumartesi

Şu hayattaki en ilginç şey birlikteyken onsuz nefes alamayacağını düşündüğün kişiyle aradan yıllar geçtikten sonra dost olman. Tabii ilk unutma evresinde yeminler ediliyor, ağlanıyor hatta bir kaç kez aranıyor. Ama geçiyor. Sonra oturuluyor 2,5 - 3 yıl sonra, ikinizinde ne kadar çocuk ve aynı zamanda komik olduğu konuşulup gülünüyor. Hatta gidilen yerin duvarına kalemle yazı yazılıp "Biz buradayız" diye hatıra da bırakılıyor.

Aradaki aşk bitince tabii yavaş yavaş dost olunuyor. Şöyle bir gerçek var ki senin ne hissettiğini bakışınızdan bile anlayan bir insan var karşınızda. "Kızgınsın sen, noldu hadi anlat!" deniyor. Ya da "Mutlusun, kim o adam?". Bunu gevşeklik olarak algılayan çevrelerde var tabii, ama değil. Biz sadece dostluğumuzu kaybetmek istemiyoruz. Çekinmeden doğruyu söylebiliyor mesela sana, bak şunu yapma diyor, şöyle olma. Çünkü biliyor seni. Güzel bir şey vesselam. Büyümekte o kadar kötü değilmiş, çok şükür.
"i want to take you somewhere so you know i care,but it's so cold and i don't know where.so i pick you daffodils, in a pretty string,but they won't flower like they did last spring.
yeah i want to kiss you, make you feel alright, but i'm just so tired to share my nights,i want to cry and i want to love but all my tears have been used up.
on another love, another love,all my tears have been used up,on another love, another love,all my tears have been used up,on another love another love,all my tears have been used up. 
and if somebody hurts you yeah i want to fight,but my hands been broken one too many times. so i use my voice, i'll be so damn rude. words they always win, but i know i'll lose. yeah i'll sing a song, that'll be just fast, but i said them all to another heart. and i want to cry i want to learn to love,but all my tears have been used up. 
on another love, another love,all my tears have been used up,on another love, another love,all my tears have been used up,on another love, another love,all my tears have been used up."

16 Haziran 2013 Pazar

"eskiden büyük bir kapı vardı şimdi duvar olan yerde.."


12 Haziran 2013 Çarşamba

Sonunda Almancayı sevmek için bir sebep buldum kendime.

- Marx'ı, Brecht'i, Goethe'yi anadillerinde okuyabileceğim. Çünkü her şeyin orjinali güzel.

8 Haziran 2013 Cumartesi

-Yapamıyorum, dedi. Olmuyor. Oysa seni seviyorum, biliyorum. Ama yapamıyorum. Neden, neden olmuyor?
“Çünkü yardım etmiyorum sana,” diyecekti, demedi. “Soyunurken, babanın duyunca, nasıl şaşıracağını, başkalarının neler diyeceğini düşündün. Şimdi seni kucaklayıp yatağa yıksam, öpe okşaya etini kışkırtsam, kulağına benden duymak istediklerini söyleyip seni kandırsam her şeyi yeniden unutursun. İstemiyorum böylesini Yarım bardak şarap içirdim diye nasıl içimi yedim görmedin mi? Bu mavi boşlukta etimiz bile sonuna dek sevişemiyor. Çünkü bu ses geçmez, ışık sızmaz odada bile başkaları bizimle birlik. Ama bir gün babanı, başkalarını kovup geleceksin. O zaman keskin ışıkta soyunup açık pencerede sevişeceğiz. Acelem yok benim biliyorsun.” Kucağındaki saçları öptü.
- Zarar yok, dedi. Ağlama. 


Aylak Adam.

7 Haziran 2013 Cuma

Döneceğini bilip bir yere gitmek ne zor. 3 ay ya çabucak geçerse diye tırnaklarımı yeme noktasına geldim. Oysa 2010 veya 2011 kışında bırakmıştım.
Günler geçmeyecekmiş gibi geliyor, okulda 5. hafta bitiyor haberim yok. Bu hafta derse hiç konsantre olamadım. Duyduğum tek şey "Buse, wach auf!". Uyumuyorum, sadece orada değilim. Arada bir sınavları hatırlatıyorlar, geriliyorum. Başarısız olmaktan değil de insanları hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyorum.
Bu, buraya ilk geldiğimde de böyleydi. Kalmaktan değil, yanında yaşadığım insana olan sorumluluğumdan çok gergin girmiştim sınavlara.
"Biri" bana 'Biraz kendini dinle' dedi. Aslında iyi bir dinleyiciyim, çok güzel de adam teselli ederim. Ama söz konusu ben olunca dinlememek için yapmadığım şey kalmıyor. Saklamak, itelemek kolay. Kendimle kavga başlatmak istemiyorum.
Onun yerine yeni yerler keşfetmek istiyorum ama içten içe hiç bir şey İstanbul'un yerini tutmaz, onu da çok iyi biliyorum. Hiç bir yerde oradaki kadar baskı altındayken özgür hissedemezsin ama İstanbul ya, hissettiriyor işte. Burada baskı yok ama özgürlükte yok. Çalışmak var, "Arbeit macht frei" var. Frei da ne frei ama! Sabahın beşinde kalk, köpeğini çişe götür sonra hop işe, üçte eve gel. Her gün aynı.
Bir de buradaki büyük gölü güya Hitler, Yahudilere elleriyle kazdırtmış. Duyduğumdan beri kırığım göle, huzur vermiyor artık bana.

Ve son olarak Aerosmith diyor ki  "Life is a journey, not a destination." 

6 Haziran 2013 Perşembe

662013 - 1446



30.000 bakımı var da 19-.000 bakımı yok mu?
Varsa ben rica edeyim, frenlerim tutmuyor ve bir o kadar da bakımsızım.Vücudumun suya ihtiyacı var, tuzlu deniz suyuna. Kulaklarımın ise dalga sesine. O ses ki en güzel müzikten güzel, en iyi psikiyatrdan daha rahatlatıcı.
Burası bana dar geliyor, sığamıyorum. Büyük şehirde büyüdüm ondan mıdır? Gerçi İstanbul'da olsam n'olacak, üşenmeyip de Kadıköy'e mi geçeceğim? Sevdiklerim yanımda olursa belki.

Yalnızlığa alışılıyormuş, bilmezdim. Bir de uykuya dalabilsem, daldığımda da deliksiz uyuyabilsem! Sürekli aynı kabusu görmekten sıkıldım. Benim en büyük fobim çift kişilik yatakta tek kişi yatmakmış meğer, onu anladım. Düşmemek için çabalıyorum, diğer taraf hep karanlık.Kimin ittiğini de bilmiyorum,sadece karnımda ellerini hissediyorum. Annemi görüyorum sonra "Korkma" diyor. Saat hep sabahın beşlerinde, uyanıyorum,ilk evde -İstanbul'da- sanıyorum kendimi ama değilim, saate bakıyorum; "Geç kalmamışım,oh!" diyorum, uyumaya devam ediyorum.

Ben buranın ne yazını sevebildim, ne kışını. Ne insanını, ne de hayvanını. Alışamadım demeye dilim varmıyor, alıştım da bir burukluk var. Kimse, hiç bir yer bana evim gibi hissettirmiyor. Ait olduğum yeri bulamıyorum. Ne zaman bulmaya çalışsam ya da "Ya tamam, buraya aitim!" desem error veriyorum. 4 yıl böyle mi geçecek? Bence geçmez. Bir şey yapmalı, ama ne?

19 Mayıs 2013 Pazar

19052013 - 0037

Kasım 2012 - Ocak 2013: Belirsizlik

16 Şubat - Pasaportum geldi.Vizeyi aldım.

20 Şubat - Yolculuk.Kar.

27 Mart - Mündlich 1.9 ya da onun gibi bir şey ile geçtim.

1 Nisan - Anneanne kalp krizi geçirdi.

2 Nisan - Türkiye'ye gidiş.Harika tatil.

20 Nisan - Dönüş.Huzursuzluklar.

22 Nisan - Gerdalar'a taşındım.

1 Mayıs - Ara.

6 Mayıs - Okul.

11 Mayıs 2013 Cumartesi

11513 - 0024

En son 1 yıl,3 ay,4 gün önce yazmışım.Yazacak bir şeylerin yokluğundan değil,yazmaya halim yoktu,olduğunda da vaktim.Çok şey değişti.Ani bir karar verip Türkiye'de okumaktan vazgeçtim.Başka ülkeye taşındım,bambaşka insanlar tanıdım,bambaşka insanlar sevdim.Ve biraz da özledim.
3 aydır Almanya'da ikamet etmekteyim,Almanca hazırlık alıyorum onun sonrasında da karar değiştirip başka bir okula geçmezsem Psikoloji okuyacağım.Alışmaya çalışıyorum ki alıştım sayılır,günler bir şekilde geçiyor.
Küçüklüğümden beri yalnızlığı sevdiğimi sanan ben,aslında yalnızlıktan ne kadar nefret ettiğimi hatta en büyük fobim olduğunu anladım.Ama aynı zamanda bununla başa çıkabilecek olgunluğu kazanmaya başladığımı fark ettim.En nefret ettiğim şeylerden biri olan yalnız yemek yemeyi öğrendim,böcek görünce "Anne!" diye bağırmamayı öğrendim,çamaşır yıkamak için hava durumunu kollamayı öğrendim en basitinden.Ve sabırlı olmayı öğrendim günleri sayarken.Mesela şu an 49 gün var ve ben saymaya devam ediyorum.Özlediğim çok insan,çok fazla yer var.Sayacak daha çok günüm var.

Çok fazla düşünmemeyi öğrenmem lazım ama o zaman ben,"Ben" olmamaktan korkuyorum.